Aslında adaletle emniyet birbirinden ayrılmaz. Adaletin olmadığı yerde emniyet ve güven de olmaz. Cenab-ı Hak Rahmân suresinde semâvatın bile adaletle nizamda, kıyamda olduğunu belirttikten sonra insanlar arasında adaletli, ölçülü, hukuka riayetkâr olunmasını emretmiştir. Hadislerde emanetin kaybolması kıyamet alâmeti olarak ifade edilmiştir. Emânetin kaybolması, insanlar arasında dürüstlüğün, adaletin, hakkına razı olma duygusunun kalmaması, kimsenin kimseye güvenemez hâle gelmesi demektir. Bu da hilekârlıkların, haksızlıkların artmasıyla hâsıl olur.
Emanetin kalkmasıyla hâsıl olacak durumun vehametini tam kavrayabilmek için, Kur’ân-ı Kerîm’de emânete verilmiş olan makamın yüceliğini bilmek yeterlidir:
“Doğrusu biz, emaneti göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zâlim ve çok câhil olan insan ise onu yüklenmiştir.” (Ahzâb; 72)
Hadiste kaybolacağı veya “kaybedilmesi”nin kıyamet alâmeti olacağı bildirilen emanetin âyette zikredilen emanetten ayrı olduğu söylenemez.
Nitekim bu “emanet”in ne olduğu sorusuna ulema farklı yorumlar getirmiştir ki, hepsinin de belli bir ölçüde haklılığı açıktır.
İbn-u Abbâs’a göre, yapılması emredilen veya yasaklanan farzlardır. Bazıları da “ibadetler, bütün teklifler, Allah’ın insanlardan aldığı mîsaktır” demiştir.
Aile babaya, okul müdüre, ilçe kaymakama, vilayet valiye, ülke Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na emanettir. Emanete riayet etme, kâmil mü’minlik vasfıdır. Emânete ihanet de münafıklık alametidir.
“Münafıklığın alameti üçtür; konuştuğu zaman yalan söyler, kendisi bir şey vaat ettiği zaman vaadine muhalefet eder ve emanete de gadreder” hadis-i şerifi de mevzumuzla alakadardır.
Cenab-ı Hakk’tan bizleri emanette emin kılmasını diler ve bütün nifak sıfatlarından muhafaza etmesini niyaz ederiz.